Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazılarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2021 Cumartesi

YAYLALARA KAR YAĞIYOR

Yaylalara kar yağıyor, ayazını biz sahildekiler çekiyoruz ama inceden yağan yağmurun eşliğinde elbet. Kombili, kaloriferli, sobalı evlerimizde bedenimiz ısınsa bile ruhumuz biliyor yaylalara kar yağdığını ve içimizin üşüdüğünü hissediyoruz. Çünkü hepimiz bir tarafımızın donup, bir tarafımızın ısındığı odun, kepek yanan sobalı, kuzineli çocukluğumuzu özlüyoruz. 
Üzerinde ekmeğin kızarıp kestanenin piştiği, fırınından kek, yemek kokularının geldiği, soba üzerinde demlenmiş tavşan kanı çayın eşlik ettiği anların keyfi başka şeyde bulunmaz kış günü. Ama bu durumdan keyif alsa da bu keyfin eziyeti hep kadına düşer çoğunlukla. Sabahın köründe ev halkı kalkmadan odunluktan odun taşıyıp sobanın yakılması, herkes yatarken ısınmaya çalışan buz gibi evde ev halkına kahvaltı hazırlama, toplayıp bulaşığını yıkama; okula, işe gideni uğurlayıp günlük yemek yapma, ortalık toplayıp temizleme, çamaşır yıkama gibi hane halkının farkına bile varmadığı ama akşama kadar bir dolu işin yapılması belki de  kadınların teknolojik modernleşmeye ön ayak olmasına sebep oldu.
Okurken masal gibi gelen ama kadınları çok yoran bu düzenin değişmesi keyif aldığımız bazı güzellikleri de beraberinde yok edip gitti. Ondandır hep eskiye duyduğumuz özlem, ondandır hep sıcacık sobanın başına kedi sokulup üzerimize battaniye çekip ısınma isteğimiz. Onun içindir şehrin kaosundan, modernizminden kaçıp ormanın orta yerinde kuzineli bir evde eskiyi yâd edip elektriğimizi atma isteğimiz. 
Çamaşırı, bulaşığı makinede yıkadığımız bu zamanda iki üç gün ormanın ortasında yanan sobanın isine dumanına da katlanılır gibi geliyor bana. Erkekler de az biraz modernleştiği için bu zamanda eşlerine yardım etmeye çalışıyorlar artık. İşler o kadar da zor olmasa gerek. Elbet içlerinde yine tek tük çıkacaktır elini sıcak sudan soğuk suya değirmeyip her şeyi önüne isteyen ama ona da yapacak bir şey yok. Ancak Allah'a havale edilir öylesi de...
Konu nereden nereye geldi, neyse ben yine sizin kafanızı fazla şişirmeden gideyim en iyisi :) 

31 Aralık 2020 Perşembe

SAĞLIKLA GEL 2021

En son geçen sene adet üzere 2019 yılını uğurlamak için yazmıştım. Bu sene de adet yerini bulsun diye değil de sağlık anlamında kötü geçen 2020 yılına güle güle deyip 2021'i tüm dünyaya sağlık getirmesi dileklerimle yazıyorum.
2020 yılı minnak bir virüs yüzünden bütün dünya diken üstünde geçirdi ve dört gözle aşı beklemekteyiz hepimiz. Bir an evvel aşılarımızı oluruz da biraz soluk alır ve tedbiri yine elden bırakmadan hayatımıza devam ederiz.
Evde kaldığımız günlerde bolca puzzle yaptım. En son binbeşyüzlük iki puzzle bitirdim ve çerçeveye gitmek üzere ruloya sarıp kaldırdım kenara. Şimdi sıra yarım kalan örgü, kanaviçe gibi işleri tamamlamaya geldi. 
Pandemiden dolayı eskisi gibi fotoğraf çekmeye gidemedim ama kendi çapımda evde stillife tarzı fotoğraf çekmeye çalıştım. 
Ne kadar başarabildim bilmiyorum artık.
Sitenin bahçesindeki ve çevredeki güllere, çiçeklere dadandım.



Sözün özü her şeye rağmen güzelliklerle yaşamaya devam edeceğiz 2021'de de :)
Onun için önce sağlık sonra da ruhumuza iyi gelen ne kadar güzellik varsa beraberinde getirip gelsin. Hepinizin yeni yılı kutlu olsun sevgili blogcanlar. 



31 Aralık 2019 Salı

ESKİDENDİ O, ÇOK ESKİDEN

En son 2019 Ocak ayında yazmışım.Yağan yağmura öykünüp yazmışım.Bildiğiniz üzere son senelerde seyrek yazıyorum.İçimden geldiği, duygularımın tavan yaptığı zamanlarda yazar oldum.İstedim ki bugün de yılın son günü sebebiyle kapanış yazısı yazayım.

Yazının başlığına gelince, muhtemelen yine çocukluğumun yılbaşı gecelerine gitmiş olabilirim.Şimdi oturup ta o yılların tek kanallı televizyonunun karşısında geçen yılbaşı gecelerini anlatmayacağım.Bir kısmınız hatırlar, gençler de aile büyüklerinden dinlemişlerdir böyle hikayeleri.
********************************************
Benim asıl gelmek istediğim konu simli, ışıltılı, noel babalı ve geyikli, bakınca insana mutluluk veren rengarenk kartpostallar.Günler öncesinden uzaktaki akrabalara, eşe dosta yeni yıllarını kutlamak için çeşit çeşit bir dolu
kartpostal alıp arkasını özenle doldurup postayla gönderilirdi.Pek tabii aynı şekilde gelen kartpostalları heyecanla okur ve bir kutu içinde saklardık.
Dedim ya eskidendi o, çok eskiden.Şimdi artık akıllı telefonlarla süslü püslü emojilerle gönderilen ve alınan kutlama mesajları, photoshop programında hazırlanan tebrik kartları duygularımızı yeterince aksettirmiyor diye düşünüyorum. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz acaba?
Düşüncelerimizi, duygularımızı daha sonra paylaşırız belki ama ben sizlerin yeni yılını kutlamak istiyorum. 2020 hepimize sağlık, mutluluk, başarı, huzur ve daha güzel olan ne varsa beraberinde getirsin.
Yeni yılda daha çok yazmak istiyorum, kısmetse görüşürüz yine. Kendinize iyi bakın emi :)
::Dip Not:: Görseller Google amcanın deposundan alınmıştır.

13 Ocak 2019 Pazar

YAĞMUR YAĞIYOR, ARAP KIZI ACEP CAMDAN BAKIYOR MU?

Niye böyle başlık attığımı bilmiyorum ama şu an yağan gök gürültülü, şimşekli yağmur beni aldı taa çocukluğuma kadar götürdü.Çocukluğum bahçeli bir evde geçti.O zamanlar kışın Antalya'ya çok yağmur yağardı.Hatta bir sene alışkanlık etti ve her Cuma günü yağmaya başlar, Pazar günü hava açardı.Cuma günleri okuldan dönüşümde eve girer girmez üstüme pembe pazen pijamalarımı geçirdim mi doğru pencerenin önündeki kanepeye oturup yağmur seyretmeye başlardım.
O anlar benim için büyük keyifti.Bütün haftayı okulla dersle tüketince Cuma öğleden sonra ve akşam aylaklık yapmayı kendime hak görürdüm.Odun sobasından çıkan çıtırtılar ve yayılan sıcaklığın eşliğinde pencereden yağmurda sokaktan gelip geçenleri seyrederdim.

Özellikle renkli desenli şemsiyesi olanları seyretmek daha güzeldi.O zamanlar şimdiki kadar renkli şemsiye yoktu sanki.
Yağmuru seyrederken yanımda rahmetli babaannem varsa başımızı sokacak bir evimiz, yakacak odunumuz var diye halimize şükretmemiz gerektiği hususuna dikkat çekerdi.
Evdeki manzara kesmezse üst kata çıkardım rahmetli anneannemlerin yanına.Evimizin karşısındaki boş arsanın olduğu aradan caddeden gelip geçen arabaları, insanları seyretmeye koyulurdum.Bu arada anneannem ya çay demler ya da süt getirirdi.

Yanına artık evde ne varsa.Ya bir gün önce fırından alınmış kurabiye ya da bisküvi olurdu.Yahut ta peksimet varsa onu yerdim.
Dedem rahmetli üşüyünce ayaklarını onun tabiriyle kızdırmak için ördek sobanın altına sokardı.Ben de ayaklarımı sobanın altına uzatmak istesem hemen engellenirdim ayaklarım yanar diye ama arada o görmeden kaçak vaziyette dikkatlice uzatırdım :) 

O sobanın üstünde yine onların tabiriyle içi su dolu ırbık yani ibrik olurdu.Abdest almak için daimi sıcak su hazırda beklerdi.Bazen ocakta ön pişmiş yemek de sobanın üstüne konulur ki ağır ağır pişsin ve tüp boşa yanmasın diye.
İşte böyle, uzunca bir aradan sonra belki de buraları özlediğimden olabilir gece gece yazasım geldi bir şeyler.
Bu arada DİP NOT olarak üstteki şemsiyeli fotoğraf bana ait, alttakiler google amcanın görsel deposundan alıntı. 
Umarım bundan sonra daha sık yazarım.Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere blogcanlar :)

13 Aralık 2017 Çarşamba

ŞEHRİN GECE IŞIKLARI

Gün geceye kavuşurken şehirde bir telaştır alır gider başını.İşten, okuldan çıkanların kimi evine kimi de arkadaşlarıyla buluşup günün yorgunluğunu atmak için düşer yollara.Otobüsle giden oturacak yer bulursa dayar başını otobüsün camına ve şehrin bir bir yanan ışıklarını seyretmeye başlar.Arabayla giden bir yandan trafikle boğuşurken diğer yandan açar radyosunu, sevdiği müziğin ruhunda yarattığı sakinleştirici etkiyle gidecek olduğu yere ulaşmaya çalışır.
Şehrin ışıkları bazen kuyumcu vitrini gibi ışıldar, bazen de rengarenk yanar dönerli ışıklarıyla sinema atmosferine sokar insanı.Bazıları akşamın getirdiği güzelliklerin farkına varmaz bile ama bazıları da vardır ki hayatı akşam yaşamaya başlar.
Hele ki günü akşam yaşayanların bazısı şehirden el ayak çekildikten sonra bayılır arabayla şehir turu yapmaya.Kalabalık dağılmış, gece sessizliğe teslim olmaya hazırken fonda nostaljik müzik yayını yapan radyodan kulağa ve ruha hoş gelen slow şarkılar yankılanmaya başlamıştır çoktan.
Şehrin en güzel, en sevilen caddeleri, şehri tepeden gören mekanlar henüz kapanmamıştır o saatte daha.Çayını, kahveni ister çay bahçesinde yanan kuzinenin ışığında içersin, ister arabada ama her şekilde şehir ışıklarını izlemek güzeldir.
İçinden gelirse sohbet edersin, gelmezse gecenin sesini ya da sessizliğini dinlersin.Ertesi güne ruhunu dinlendirmiş, arınmış olarak evine, kulübene dönersin.

Bu akşam da böyle işte...
Fonda Pal Nostalji Fm , görsellerde google amcanın gece ışıklarının olduğu fotoğraflar var.
Hatta şu an Tanju Okan'ın Çal Çingene şarkısı var fonda :)

1 Ocak 2017 Pazar

SEN DE GİT 2016

Evet, sen de git 2016...
2015'i uğurlarken "Bi Git 2015" demiştim ama yanılmışım.Gelen gideni aratır misali 2016 yılı kara bulutlarını ülkemin üzerinden hiç kaldırmamak üzere gelmiş.Ülkemin içinde bulunduğu durum öyle pek yakında düzelecek gibi de görünmüyor. 
Evet, sen de git 2016. Giderken getirdiğin bütün kötülüklerini, kara bulutlarını da al git. Git de ben de buraya dönüp bakabileyim.İki satır yazı yazmayı bile özlemişim.Blogları gezmeyi, okumayı bile özlemişim.
Hatta bak sen gidesin diye burada yazı bile yazıyorum senin son dakikalarında.
Az kaldı buralarda keyifli olsam da olmasam da yazı yazmaya...
2017 ülkeme ve tüm insanlığa bütün güzelliklerini getirsin.
An itibariyle hoş geldin 2017 :)

31 Aralık 2015 Perşembe

Bİ GİT 2015

Klasik "güle güle eski yıl, hoş geldin yeni yıl" başlıklarından birini yazmak isterdim ama bu yıl ne yazık ki memleketime pek hoş gelmedi.Hoş gelmediği gibi giderken bile hoş gitmiyor :(
Ülkemin üzerine düşen kara bulut kalkmak nedir bilmedi.Yakın çevremde yaşadığımız küçücük mutlulukları doya doya yaşamaktan utanır hale geldim.
Adı üzerinde blogum "kahvekeyfi, sabah kahvesi" keyif alınması ve keyif vermesi üzerine kurulu.Lâkin blog sahibesi olarak, ülkemin üzerindeki mutsuzluk bir ucundan beni de etkiliyor ve buralara uğramamı engelliyor.Yazmam gereken mecburi yazıların dışında içimden gelerek her hangi bir şey paylaşmak istemedim bu sene.
Gözlemlediğim kadarı ile çarşıda-pazarda karşılaştığım insanlarda da mutlu olma isteği var ama sanki onları da bir şeyler durduruyormuş gibi bir duygu var toplumda.Sadece ben mi hissediyorum böyle yoksa sizler de benim gibi mi düşünüyorsunuz bilmiyorum.
2016 yılı için herkesin dilediği, memleketimde barış ve huzur öncelikli isteğim.Sonrasında tabii ki herkes için sağlık ve mutluluk elbette.Umarım 2016 özlediğimiz toplumsal huzuru ve mutluluğu da beraberinde getirir.
Zira bu yıl içimdeki isteksizlikten; kelimeleri cümlelere, cümleleri minik hikayelere dönüştüremedim bir türlü.İstiyorum ki 2016'da bu üzerimdeki isteksizlik kalksın ben yine çekeceğim fotoğraflara minik hikayeler yazayım.Gerçekten özledim fotoğraf çekmeyi ve burada paylaşmayı...
Yakın zamanlarda cep telefonu haricinde makine ile fotoğraf çekmedim.Bugün sizinle Google amcanın görsel deposundan indirdiğim yeni yıl fotoğrafları paylaşacağım.
Şimdilik bu kadar, kendinize iyi bakın sevgili blogcanlar...



28 Nisan 2014 Pazartesi

Bir Başka Doğum Hikayesi

Yine bir yirmi yıl öncesi, yine bir doğum hikayesi.Genç kadın ilk doğumunda sıkıntılı, sancılı saatlerin ardından, ne olduğunu bile anlamadan kendini sezaryen için ameliyat masasında bulmuş ve sağlıklı bir şekilde bebeğine kavuşmuştu.
Ama bu defa kesin sezaryenle doğum yapacağı için korku dağları aylar öncesinden gece uykularını bir kâbusa çevirmişti adeta. Ya doğum sırasında aksi bir şey olur da terk-i diyar eylerse geride kalacak kuzucukları ne olurdu sonra.
Bir yanda böyle korkuları, diğer yanda yeni bebeğin heyecanı ve büyük oğlunu küçük kardeşine alıştırma çabaları ile geçen hamilelik döneminde ayda bir gittiği doktoru her nedense bebeğin cinsiyetini bir türlü söylemiyordu.Genç anne ikinci bebeğinin kız olmasını o kadar çok istiyordu ki her çarşıya çıktığında bebek mağazalarının vitrinlerindeki kız elbiselerinden gözünü ayıramıyordu.
Doktora son gittikleri kontrolde artık sezaryen için gün tayin edilmişti ama doktor yine bebeğin cinsiyetini söylememekte ısrarlıydı. Lâkin bizim genç anne yalvar yakar doktoru ikna etmiş ve bebeğinin erkek olacağını öğrenmişti.Öğrenmişti öğrenmesine de kızı olmasını çok isteyen annemizin tansiyonu bir anda üzüntüyle yükselmiş ve doktorundan iyi bir azar işitmişti.
Doktordan çıktıktan sonra evine gitmeye cesaret edemeyip ablasına gitmeye karar vermiş ve eşinden onu ablasına götürmesini rica etmişti.Orada biraz olsun kendini doğacak ikinci oğluna hazırlamaya başlamıştı.
Günler geçip doğum için hastaneye gittiler.Büyük oğlunu gündüz teyzeye, gece de babasına emanet eden anne ilk geceyi altı kişilik bir odada geçirdi.Bu süre zarfında oda arkadaşlarıyla sohbet ederken vakti nasıl geçirdiğini bilemedi ve uykuya daldı.Sabah doğum için ameliyathaneye aldıklarında devlet hastanesinin ameliyathanesi mi yoksa kasaphane mi olduğunu bilemediği aralara yeşil hijyenik perde gerilmiş bir ortamda çaresiz bıçak altına yatmıştı çoktan.Anestezi uzmanı narkozu mu az vermişti yoksa doktorun eli mi yavaştı bilinmez annemiz sedyeden yatağa alındığını çektiği acıdan hissetmişti bile.Bir yandan hemşirelere kendisine hemen ağrı kesici yapılsın diye yalvarıyor, diğer yandan etrafına doluşan akrabaların tesellisine maruz kalıyordu.Ağrısı o kadar çoktu ki bebeği emzirsin diye yanına getirdiklerinde acıdan görmek istememişti. 
Neyse ki yapılan ağrı kesici iğneler kısa zamanda etkisini göstermiş ve bebeğini kucağına alabilmişti.
Kız bebeği olmayacağı için üzülüp ağlayan anne gitmiş melek kadar masum gözlerle kendisine bakan oğlunu kucağına almış ve Allah'a şükretmişti.Bir daha anlamıştı ki insanın evladının kız ya da erkek olması değil sağlıklı olmasıydı önemli olan.
Doğumun ertesi günü akşam büyük oğlumu çok özledim deyince babası, çocukların hasta ziyareti yapmaları yasak olduğu halde beş dakikalık müsaade alıp oğlunu annesini ve kardeşini görmesi için hastaneye getirmişti.Anne oğul hasret gidermiş ve ailenin yeni üyesi ile oğlunu tanıştırmıştı. Ziyaret bitip baba oğul evlerine dönerken evin büyük oğlu babasına dönüp "ama o benim annem" diye serzenişte bulunmuştu.
İki kardeşin arası üç yaş dört ay olduğu için bu kıskanma normaldi.Zaten hangi kardeşin arasında kıskançlık yok ki :)
----------------------------
Evet, okuduğunuz bu hikaye de benim küçük oğlumun dünyaya geliş hikayesi.Ağabeyi için yazmıştım,
küçüğüm için yazmasam olmaz değil mi ama.
İyi ki doğdun, iyi ki varsın annem.Sen bizim evin neşesi oldun.Ağabeyine arkadaş, bana ve babana da mutluluk oldun.Sen her ne kadar karizmam çizilecek diye korkup yanaklarından öptür mesen de ben seni hep öpeceğim :) Böyle muzip biri olduğun için de ayrıca mutluyum.Şimdi yanımda değilsin, çünkü üniversite hayatın her şeyden önce geliyor.

11 Aralık 2012 Salı

SUUÇTU FOTOĞRAF BULUŞMASI

Geçtiğimiz hafta sonu SUFODER (Suuçtu Fotoğraf Sanatı Derneği) ve Anadolu Fotoğraf Dergisi'nin birlikte gerçekleştirdikleri SUUÇTU FOTOĞRAF BULUŞMASI için Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesine gittim.Bol fotoğraflı, bol sohbetli ve çok güzel bir hafta sonu idi.
Buradan, başta Sufoder'in başkanı Sayın Feridun Arslan, sevgili eşi Ülker Arslan, Seyit Ali Geçici, İbrahim Tül ve Aykut Papur olmak üzere adını hatırlayamadığım bir çok gönüllü arkadaşa gönülden teşekkürlerimi gönderiyorum.Bizleri ağırlamak için canla başla çalıştılar.Sizleri tanıdığıma çok memnun oldum.
Ben fotoğraf çekmeye yolda giderken başladım :)
Yanda görmüş olduğunuz fotoğrafı sabah gün ağarırken Eskişehir'den Bursa'ya doğru yol alırken otobüsün içinden çektim.
Birinci gün akşama Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen arkadaşlarla birlikte yediğimiz akşam yemeğinin ardından fotoğraf sunumlarını izledik.
İkinci gün sabah yeni katılan arkadaşlarla birlikte gün doğumu fotoğrafı çekmek için saat altı gibi Uluabat Köyü'ne doğru yola çıktık.
Sağdaki fotoğrafı da yine yolda giderken otobüsün ön camına yaklaşıp öyle çektim.



Köye vardığımızda ev sahibi arkadaşlarımız semaverlere çayları çoktan demlemişlerdi bile.Arabanın üzerinde ise koca bir kutuda sıcacık çıtır çıtır simitler ve üçgen peynirler bizi hazırda bekliyordu.


Bir yandan fotoğraf çektik, diğer yandan simit-peynir-çay keyfini sürdük.

Uluabat Köyü'nden sonra rotayı hesapta olmayan Gölyazı'ya çevirdik.Çok merak ettiğim bir yerdi.Benim için iyi oldu.

Gölyazı fotoğrafları biraz fazla olduğu için kolaj yapmak zorunda kaldım.
Gölyazı'da fotoğraf çektikten sonra çay-kahve molası verdik, bir şeyler atıştırıp manzaranın keyfini çıkardık.
Bolca sohbet ettik.Bu uzun moladan sonra tekrar yola düşüp Ömeraltı Köyü'ne doğru yola çıktık.
Aşağı yukarı 2 saate yakın süren yolculuğumuzun son kısmında dağın tepesine doğru otobüsle tırmandık.
Tepeye vardığımızda ise büyük ve yeşil bir düzlük bizi bekliyordu.
Göz alıcı bir güzellik, bol oksijen, doğal ortam daha ne olsun.Bizleri yine taze demlenmiş çay ve sıcacık gözlemeler bekliyordu.
Açlığımızdan olsa gerek önce çaya ve gözlemeye hücum ettik.

Karnımız doyunca gözümüz de açıldı ve başladık fotoğraf çekmeye.Yanda görmüş olduğunuz gibi inekler köyde özgürce yayılıyorlardı.



Hatta poz bile verdiler :))
Sağdaki ninem de sağ olsun herkese poz verdi.Eh bende bir kaç kare fotoğrafını çektim.Sohbeti de güzeldi.

Ömeraltı Köyü'nden dönüşte tam akşam yemeği yerken yağmurun ve fırtınanın azizliği ile bütün ilçede elektrik gitti.Mecburen telefonların ve mumların ışığı altında yemek yedik.Yemekten sonra bir süre elektriğin gelmesini bekledik.Bu arada sohbette koyuldu elbetteki.
Elektrik gelince bir fasıl daha fotoğraf sunumlarını izledik ve anı fotoğrafı çektirdik.

Geceyi tamamladıktan sonra uykulu gözlerle ertesi gün için güç toplamaya yataklarımıza yollandık.


Son gün sabah saat yedide yine araçlara binip düştük yola, Lütfiye Köyü'ne doğru.
Köyde bizi yanda görmüş olduğunuz sevimli köpek karşıladı.
Kahvaltımızın ardından köyün yakınındaki Lütfiye Göletine gidip yansıma fotoğrafları çektik.Ardından Suuçtu Şelalesi'ne geçtik.Her insanın ömründe bir defa gidip görmesi fikrindeyim.
Özellikle de Kasım ayının ortası gibi.
ND filtre ile uzun pozlama fotoğraf çekmeye çalıştım ama elimdeki filtrenin koyuluk derecesi az geldi.Bir arkadaşın elindeki filtre ile benim ekipmana destek vermesi sonucu bu güzel fotoğraf çıktı ortaya.
Suuçtu'da fotoğraf çekerek geçirdiğimiz  saatlerin ardından bizi nefis bir mangal sefası bekliyordu şelalenin alt kısmındaki piknik alanında.Mangal faslının ardından artık veda vakti gelmişti.
Son bir veda fotoğrafı çektirip düştük yollara.Bir başka sefere kısmet bakalım.



Gezi sonrası her zamanki gibi tatlı bir yorgunluğum vardı ama Salı gününden beri nezle grip evdeyim.Bol C vitamini almaya ve dinlenmeye çalışıyorum.
Ayvalı ıhlamur, tarçınlı portakal çayı içiyorum.
Tavşan kanı çayı da ihmal etmiyorum.Ben iyileşene kadar kendinize iyi bakın ve bu fotoğraflarla idare edin canlar :))
-------------------------
DİP NOT: Bu güzel geçen üç günün kısa bir özetini video olarak da izleyebilirsiniz.Videoyu çeken ve hazırlayan ustamız, hocamız sevgili Memduh Ekici'ye çok teşekkür ediyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=-BVIMbNlAd8&feature=plcp

16 Ekim 2011 Pazar

TUĞBA KİPER

Aradan çok uzun zaman geçti sizinle fotoğraflarını beğendiğim arkadaşları tanıştırmayalı.Bu haftaki misafirim doğa tutkunu sevgili Tuğba Kiper.Henüz kendisiyle yüz yüze gelip tanışma fırsatım olmadı ama fotoğraflarını ilgiyle takip ediyorum.
Fotoğraflarının çoğunluğunu damlaların içine aldığı doğa oluşturuyor.Manzara fotoğrafları da çekiyor ama ben en çok damlaların içine sığdırdığı renkli dünyayı seviyorum.Umarım damla fotoğrafları çekmekten vazgeçmez.
Diğer fotoğraflarını da görmek isterseniz alttaki linkleri ziyaret etmenizi isteyeceğim.
http://www.anafot.net/FOTOMAKALE-48-dogaya-yakindan-bakmak
http://www.fotokritik.com/kullanici/tkiper/portfolyo/
http://www.fotoiz.com/index.php?name=uyeler/profil&file=index&profilID=9761
http://www.fotono1.com/profili.php?p=ufoto&user=11368


Ben sözü kısa kesip sizi Tuğba Hanımın fotoğraflarıyla başbaşa bırakayım en iyisi.İyi seyirler ve güzel bir Pazar günü diliyorum hepinize...



Bol fotoğraflı bir hafta sonu olsun :))

19 Haziran 2011 Pazar

BABA EVİ

Bir zamanlar Baba Evi diye bir dizi vardı televizyonda.O dizinin her bölümünün sonunda bu jenerik müziği çalmaya başlardı ve benim gözyaşlarımda akmaya.Çünkü dizinin yayınlandığı yıllar tam da rahmetli babamın akciğer kanseriyle mücadele ettiği ve dizinin bittiği zamanlarda hayatını kaybettiği günlere rast gelmişti.O gün bu gündür ne zaman dinlesem ya da ne zaman kulağıma en ufak tınısı gelse gözlerim yine dolar.
Babamla iyi ya da kötü bir dolu anım var.Ama en önemlisi, okula bile gitmediğim günlerde oturduğumuz evin merdivenlerinden elimde içi su dolu çay bardağı ile yuvarlanıp sağ avucumun içine kırılan bardağın camının gömüldüğü gündür.Babamın beni kucakladığı gibi komşuların yardımıyla hemen hastaneye götürüşünü bugün gibi hatırlarım.Avucumdan oluk oluk akan kanı bir bez parçasıyla bağlayıp durdurmaya çalışmış lakin başaramamıştı.O benimle uğraşırken ben kaybettiğim kanın etkisiyle mi bilmiyorum uyuşmuş gibiydim biraz.Zira canımın acısını düşüneceğime babamın üstünün başının kan olduğunu düşünüp ona üzülüyordum.En sonunda hastaneye varınca avucumun içini temizleyip güç bela yanılmıyorsam altı-yedi dikiş attılar.Uyuşturdular mı uyuşturmadılar mı orasını hatırlamıyorum.Eve geldikten sonra gece tekrar kanadı avucum, tekrar hastaneye gittik.Ne yaptılar, ne ettiler de kan durdu bilmiyorum.Sonraki günlerde sağ elim boynuma asılı vaziyette gezdim bir müddet.O zamanlar sokak aralarında rahatça oynayabiliyorduk.Yaz günüydü ve ben sokakta elim boynumda asılı olarak hem oynuyor hem de sokağımızda bulunan komşu terzi amcaların ikram ettikleri meyveleri sol elimle yemeye çalışıyordum.Hatta birinde elime koca bir salkım üzüm tutuşturmuşlardı da sol elimle salkımı havaya kaldırıp üzüm tanelerini ağzıma doğru götüreceğim diye canım çıkmıştı :)
Bu kadar anı yetsin.İnsan bir yandan bunları düşünüp hem ağlar hem de güler mi? Hayat işte, bir şekilde böyle sürüp gidiyor.Ben sizi en iyisi Aşkın Nur Yengi'nin Baba Evi dizisi için söylediği şarkıyla baş başa bırakayım.
BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

27 Ocak 2011 Perşembe

GÜNÜNÜZ GÜZEL OLSUN

Günlerdir Antalya'da hava kapalı, bir yağar bir açar vaziyetteydik.Yağmurlu havayı severim ama çok uzun sürünce, hele bir dolu çamaşırı ev içinde kurutmaya kalkınca hafiften sinirlerim gerilmeye başlıyor nedense.
Ama bugün güneşin ilk ışıkları evin içine dolunca benim de içime güneş doğdu sanki.Biz Antalya'lılar için havada poyraz var, yani rüzgâr kuzeyden esiyor.Doğal olarak kuzeyin soğuğunu da bize getiriyor.Olsun, güneş var ya...O yeter bana, ne de olsa güneş girmeyen eve doktor girermiş :))
Benim çocuklar tatili biraz erken başlattığı için haliyle geç kalkıyorlar.Şu anda kahvaltı etmekteler.Onlar kalkmadan ben kendime Botany'nin tarçınlı elma çayından yapıp içtim bir güzel.Sabah sabah iyi geldi, içim ısındı bu soğukta.
Çayımı içerken sabah kahvenize eşlik etsin diye google amcanın görsel deposundan nergiz fotoğrafları indirip kolajladım ki kokusu size kadar gelsin.Hazır görsel depoya uğramışken bir de köpüklü kahve fotoğrafları da indirip kolajladım.Eh o da evde kahve keyfi yapma imkânı olmayanlar için :) Nergiz kokularının arasında sizi sabah kahvesine davet ediyorum efendim.Gününüzün güzel geçmesi dileklerimle...

5 Ocak 2011 Çarşamba

BİR DOĞUM HİKAYESİ

Yirmi yıl öncesiydi. Kışın en soğuk yüzünü gösterdiği günlerdi.Hava adeta buz kesiyordu.Annesinin karnında rahat rahat tembellenip dururken doğmak için ilk sinyali verdiğinde takvim 4 Ocak 1991'i saatte sabahın 07:30'unu gösteriyordu.Doğuma daha yirmi gün vardı doktorun hesabına göre.Öyleyse bu acele neydi? Genç çift gelen ilk sinyalle telaşlanıp doktoru aradılar ve öğleden sonra saat üçe kadar doğum sancısı kendiliğinden başlamazsa hastaneye gelmelerini önerdi doktor.Doktorun sözünü dinleyip öğleden sonraya kadar beklediler.Lâkin ne sancı ne de ağrı vardı.Sabahtan ikindiye kadar bebeğin içinde bulunduğu su kesesi neredeyse tamamen boşalmıştı.
Hastaneye gider gitmez önce muayene etti doktor ve sonra sûni sancı için iğne yaptı.Anne adayı biraz heyecan ama fazlaca korkuyla doğum odasında beklerken baba adayı ise çoktan hastanenin koridorlarını bir aşağı, bir yukarı arşınlamaya başlamıştı.Arada bir hastanenin bahçesine inip sigarasından iki nefes çekip tekrar yukarıya çıkıyordu.
Annenin sancıları artıp çığlık attıkça ablası ve annesi merakla kapıdan başlarını uzatıp vaziyeti kontrol ediyorlardı.Anne adayının çektiği sancıyı sanki onlarda dışarıda çekiyordu ama ellerinden sadece beklemek geliyordu.
Anne adayı saatlerce sancı çekmiş, bu süre zarfında yan odalarda bir avazda normal doğum yapanların bebeklerinin ağlama seslerini duyup endişelenmeye başlamıştı.Sabah sabah dünyaya gelmek için acele eden bebeği aynı aceleyi doğum kanalına girmekte göstermemişti.Doktor da bu endişeye katılıp saatler gece 24'ü gösterirken anneyi sezeryane alıp bebeği dünyaya getirmeye karar verdi.
Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan takvimin 5 Ocak 1991'i gösterdiği günün ilk saatinde doğmuş ve ciğerlerine o soğuk kışın oksijenini depo etmeye başlamıştı bebek.Bebeği yıkayıp, giydirdikten sonra babanın kucağına vermişlerdi ama annenin daha ayılmasına  zaman vardı. Çok şükür ki bebeğin de annenin de sağlığı iyiydi.
Anne kendine gelir gelmez bebeğini yanına getirdi hemşireler.Artık ana-oğul anne karnında başlayan yolculuklarını yan yana, akşamları da babanın katılımıyla birlikte sürdüreceklerdi.
-----------------------------
Yukarıda okuduğunuz hikaye oğlumla bizim hikayemiz.Bugün dolu dolu yirmi yaşında artık.Üniversiteye başladığından bu yana (iki yıldır) doğum gününde bir arada olamıyoruz ama gönlümüz bir çok şükür.Allah ona sağlıklı, mutlu ve uzun bir ömür versin inşaallah.Yandaki fotoğrafı liseyi bitirdiğinde mezuniyet balosuna giderken çekmiştim.

23 Ekim 2010 Cumartesi

LEVENT YAVUZ

Araya giren çeşitli telâşelerin ardından nihayet özüme dönünce blogumda özüne dönmeye başladı artık.Bu haftaki konuğum sevgili Levent Yavuz ağabeyim.
Farklı konularda fotoğrafları olsa da beni en çok çektiği portre fotoğraflar etkiliyor.Burada da en sevdiğim bir kaç fotoğrafını paylaşacağım sizinle.Yanda görmüş olduğunuz fotoğrafı nedense Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa tablosundaki kadına benzetiyorum.Ayrıca bu fotoğrafı yayın hayatına yeni başlayan ve e-dergi olarak okuyabileceğiniz 6GEN adlı fotoğraf dergisinin ilk sayısı olan EYLÜL ayı dergisine kapak fotoğrafı oldu.
Solda gördüğünüz fotoğraftaki modelin duruşunu, bakışını çok beğeniyorum.Yüzündeki mağrur ifade bana asil bir kişiliğe sahip olduğunu anlatıyor.Bu ifadedeki zenginliği anlatmakta zorlanıyorum.Hani derler ya "hükümet gibi kadın" ya da "hanımağa" diye, işte öyle bir şey...
İnsanı delip geçen bakışları, bir şeyler söylemek ister de iki dudağının arasına hapseder gibi duran yüz ifadesi...Bu fotoğrafa yaz yaz bitmez bana göre.

Özellikle çocuk ve genç fotoğraflarındaki enerji, yaşam sevinci ve agresif yapı kendini hissettiriyor.



Yerim ne yazık ki hepsini paylaşmaya imkân vermiyor.Ancak dört fotoğrafını koyabildim buraya.Ama siz onun kendi sitesine uğrayarak diğer fotoğraflarını da izleyebilirsiniz.
http://www.leventyavuz.com.tr/