25 Ekim 2010 Pazartesi

23 Ekim 2010 Cumartesi

LEVENT YAVUZ

Araya giren çeşitli telâşelerin ardından nihayet özüme dönünce blogumda özüne dönmeye başladı artık.Bu haftaki konuğum sevgili Levent Yavuz ağabeyim.
Farklı konularda fotoğrafları olsa da beni en çok çektiği portre fotoğraflar etkiliyor.Burada da en sevdiğim bir kaç fotoğrafını paylaşacağım sizinle.Yanda görmüş olduğunuz fotoğrafı nedense Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa tablosundaki kadına benzetiyorum.Ayrıca bu fotoğrafı yayın hayatına yeni başlayan ve e-dergi olarak okuyabileceğiniz 6GEN adlı fotoğraf dergisinin ilk sayısı olan EYLÜL ayı dergisine kapak fotoğrafı oldu.
Solda gördüğünüz fotoğraftaki modelin duruşunu, bakışını çok beğeniyorum.Yüzündeki mağrur ifade bana asil bir kişiliğe sahip olduğunu anlatıyor.Bu ifadedeki zenginliği anlatmakta zorlanıyorum.Hani derler ya "hükümet gibi kadın" ya da "hanımağa" diye, işte öyle bir şey...
İnsanı delip geçen bakışları, bir şeyler söylemek ister de iki dudağının arasına hapseder gibi duran yüz ifadesi...Bu fotoğrafa yaz yaz bitmez bana göre.

Özellikle çocuk ve genç fotoğraflarındaki enerji, yaşam sevinci ve agresif yapı kendini hissettiriyor.



Yerim ne yazık ki hepsini paylaşmaya imkân vermiyor.Ancak dört fotoğrafını koyabildim buraya.Ama siz onun kendi sitesine uğrayarak diğer fotoğraflarını da izleyebilirsiniz.
http://www.leventyavuz.com.tr/

20 Ekim 2010 Çarşamba

OLYMPOS ANILARI

Olympos'tan döneli on günü geçti ama benim eşref saatim anca çattı olanı biteni yazmak için.
İlk gün yerleştiğimiz Kadir'in Ağaç Evleri'nde ettiğimiz sabah kahvaltısının ardından Adrasan'a geçip dört tekneyle açılarak Adrasan ve çevresini denizden izleyip keyfine vardık.Ben ve benim gibi bir kaç arkadaş hariç herkes denize girdi.Ohh pek güzelmiş diyerek Sonbahar'da denize girmenin tadını çıkardılar.Ben de boş durmayıp güneşin denizle birlikte yaptığı renk oyununu fotoğrafladım.Teknelerin denize yansıyan görüntüleri güneş ve rüzgârında etkisiyle tam bir ebru oluşturdu denizin üzerinde.Akşam ise Haluk Uygur'un fotoğrafın felsefesi üzerine yaptığı üç bölümlük sunumun ilk bölümünü izledik ve dinledik.
İkinci gün Termessos gezisi vardı lâkin ben ve bir kısım arkadaş Kumluca çevresini gezip fotoğraflamayı tercih ettik.Dört-beş araba doluşup yola çıktık.Önce Kemer'in yayla köylerinden olan Beycik'e çıktık ve sisli manzaralar çektik.

 
Sonra istikâmeti Kumluca'ya çevirip dağ yolundan sahile doğru inerken orman işçilerinin kaldığı çadırlarda onları görüntüledik.




Kumluca'lı arkadaşlardan birinin yanında gezdirdiği minik kızı sevimli (maaşallah demeden bakmayın emi :) ) Dilem Naz da bize modellik yaptı.





Sahile inince önce karnımızı doyurup açlığımızı giderdik.Sonra da serpme ağ atan balıkçıları kareledik.Epey kalabalık olduğumuz ve çekim yaptığımız alan dar olduğu için bir şekilde birbirimizin kadrajına bir tarafından dahil olmak durumunda kaldık ama yine de güzel zaman geçirdik.İkinci gün akşam yine Haluk Uygur'un sunumunun ikinci bölümü vardı ama milli maç yüzünden kısa kesmek durumunda kaldılar.Maçtan sonra ise eğlence- muhabbet derken odalarımıza yatmak için yollandığımızda sabah dörde geliyordu saat.

Üçüncü gün sabah kahvaltının ardından ben hemen ayrıldım onlardan.Çünkü programda Düden Şelalesi ve Kurşunlu Şelalesi vardı.Arabayla gittiğim için onlardan önce eve dönüp yükümü boşalttım.Üzerimi değişip tekrar onlarla buluşmak üzere evden çıktım.Önce Düden Şelalesi'ni gezdik, sonra önceden rezervasyon yapılan restaurantta öğle yemeğimizi yedik.Arkasından elbette Türk kahveleri içildi, fallar bakıldı ve bu kadar dinlenme yeter deyip Kurşunlu Şelalesi'ne doğru yola düştük.Ben nedense her daim elimin altında olduğu için midir nedir bilmem fotoğraf çekmek istemedim.Kurşunlu Şelalesi de gezildikten sonra arkadaşlarla vedalaştım ve onları tekrar Olympos'a yolcu edip evime geri döndüm.
DİP NOT :: Gördüğünüz şelale fotoğrafını da Düden Şelalesi'ne daha önce gittiğim bir zamanda çekmiştim.
EN DİP NOT :: )) Siz bunları şimdilik okuyup hazmetmeye çalışın, ben de yeni yazımın hazırlığını yapadurayım.

15 Ekim 2010 Cuma

DOMATES OLMUŞ ALTIN

Olur tabii altın.Kışa girerken de domates yemeğe kalkışırsak olacağı budur.
Benim çocukluğumda Ekim ayına kadar yaylalarda bile domates kalmazdı.Çoktan kurutulur ya da salça yapılırdı.Çünkü kışın domates yetişmezdi.Baharda turfanda çıkardı sahil kentlerinde, kasabalarında.Yazın ortasında da yayla domatesleri çıkardı.Seralarda yetişmezdi ki o zaman.Seralar sadece kışlık sebzenin kışın don tutmaması için kurulurdu.

Eskiden otuz çeşit domates yoktu.Sofralık, yemeklik, salçalık için benim bildiğim aynı domates kullanılırdı.Sonraları az çekirdekli, bol etli salçalık domates çeşidi çıktı.


Yetmezmiş gibi kahvaltı sofralarını, salataları şenlendiren cherry (çeri) domatesler üretildi ki evlere şenlik.
Bir de organik domates diye domates ürettiler ama ne kadar organik ne kadar değil Allah bilir.

Bir de pembe domatesler var elbet.Fiyatı biraz pahalı ama pazarda bulursam en azından kahvaltıda yemek için alıyorum.

Domates konusu yaz yaz bitmez.Ben en iyisi burada keseyim.
DİP NOT :: Fotoğraflar netten alıntıdır.
Özellikle de pembe domateslerin fotoğrafını altta linki bulunan blogtan aldım.Çünkü sizi domatesle ilgili bir başka yazıya yönlendirmek istiyorum.Ben okudum, sizin de okumanızı tavsiye ederim. 
http://benbugunbunuogrendim.blogspot.com/2009/05/pembe-domates.html

6 Ekim 2010 Çarşamba

OLYMPOS BENİ BEKLER

Nihayet oğlumun evini yerleştirip gelebildim eve.Ehh benim ev de ağır ağır yerleşip gider.Dün salonun yeni perdeleri geldi ve takıldı.Geriye halı ve avize problemi kaldı.Bir de tv ünitesi ve lcd tv problemi var ama biraz bekleyecek artık.Söz hepsi bitince fotoğraflarını çekip koyacağım :)

Bu kadar yorgunluğun üzerine dinlenmek iyi gelir dedim ve Fotoiz.Com'un Olympos kampına katılmak için yarın sabah Olympos'a gideceğim.Ben gelene kadar 2008 yılında yine kamp sırasında çekmiş olduğum bu fotoğrafı izleyedurun.
Gitmeyen varsa gitmek için belki ikna eder bu fotoğraf onları :) Dönünce görüşürüz...